21.10.2013

Mcleod Ganj Son: Chokyi

Onunla nasıl tanıştım? Herşey Mcleod Ganj'a ilk gittiğim sefer gece orada kalmaya karar vermemle başladı. Dağın ortasındaki küçük köyümün sakinliğinden sonra Mcleod Ganj'daki kaos bana İstanbul'u hatırlatmış ve çok da hoşuma gitmişti. İlk günü tapınak ve müze gezisiyle geçirdikten sonra meydanda şık bir otel seçmek istedim. Ne de olsa önümde burada geçireceğim 1 aydan fazla süre vardı, biraz motivasyonun iyi olacağını düşündüm. Meydanda kalırsam ayrıca akşam da dışarı çıkabilecektim böylece haftalardır süren külkedisi sendromuma da bir ara vermiş olacaktım.
Şimdi kaldığım geceden itibaren anlatmaya başlayayım, sonra da ikimizin hikayesine geçeyim.
Akşam kaldığım otelin hemen karşısında olan Mc Llo'da yemek yedim, bu bölgenin en iyi restoranıymış.
Tamam :) aslında şansımı denemek istedim :) Ama Pierce ciğim buralara uğrayalı 7 sene olmuş bile çoktan..
Burada geçirdiğim toplam 1,5 aylık süre içerisindeki seyrek proteinlerimden birini (tavuk :)) yedim bir de üstüne buradaki ilk ve tek biramı da içtiğim gibi aşırı uykum gelmiş bir halde oteldeki lüks odama geçip kendimi televizyondaki Hint dizi ve filmlerine vermeye karar verdim. İzledikçe filmleri anlamam için Hintçe bilmeme hiç gerek olmadığını anladım. Bizim dizilerdeki göz ve kaş hareketlerine gülerdim de o bişey değilmiş, buradakiler hakikaten gözüyle kaşıyla konuşuyor ve göz kaş ifade görüntüleri ve fondaki süper damar müzik ortalama yarım saat sürüyor. Bir sahnede 10 kişi varsa-mesela yemek masası görüntüsü- herhalde söylenilen olağan dışı bir söz üzerine herkesin gözü kaşı ayrı oynuyor, sırayla tüm karakterlerin göz-kaşlarını adrenalin bağıran bir müzik eşliğinde izliyorsunuz. Aman Allahım..bu arada birşey diyeceğim, 1,5 ay sonunda alışkanlığın alasını kapmış durumdayım. Nasıl geçecek bilmiyorum. Evet-hayır sorularına bir kafa sallayışım var ki. Bunu farketmiyordum yaparken ama insanlar sık söylemeye başlayınca anladım ki bir Hintlilik gelmeye başlamış içten içten...
Mcleoda dönelim. Sabah erkenden kalkıp kendimi sokaklara attım. Önceki gün Temple Road'da gittiğim kafede kahvaltı yapmak istedim. Çok beğenmiştim orayı, Tibetli tatlı bir bayan işletiyordu, omletleri çok lezzetliydi. Bir de üzerine free wifi daha ne istiyim. Sonra bu bayanla muhabbete başladık. Buradaki rahipler çok ilgimi çektiğinden onlarla ilgili sorular sormak istedim. Kadın merakımı anlayınca bekle dedi, seni biriyle tanıştıracağım.
Ve böylece eski bir rahip olan Dawa ile tanıştık. Dawa başka alanlarda eğitim almaya karar verince Manastırı bırakmış, meslek okumuş ve üzerine de evlenip çocuk yapmış. Bana eski ve yeni adetlerden bahsetti. Eskiden bir ailede birden fazla erkek varsa mutlaka biri manastıra gönderilirmiş. Ve rahip olan bir insanın bu hayatı bırakması tüm budist Tibet toplumundan dışlanması anlamına gelirmiş. Ama artık sistem tamamen değişmiş. Her isteyen bir süre manastırda kalıp sonra eğitim veya aile kurmak amaçlı ayrılabiliyormuş. Ama manastırda yaşayan rahip ve rahibeler halen katı kurallar altındalar. Evlenemiyorlar, aile kuramıyorlar, cinsel her türlü iletişim ve ilişki yasak, et yasak tabii ki sigara ve içki yasak. Yapan yok mu? Varmış ama yakalandığın an şansın yokmuş sonrası için, yani manastırdan atıyorlar. Dawa anlattıklarıyla ilgilendiğimi görünce neden seni bir rahibeyle tanıştırmıyorum, kendisi memleketlim olur- ikisi de Lhasaya yakın bir köyden hemşerilermiş- hem de arkadaş olursunuz dedi. Ben de tabii ki çok memnun oldum. Böylece cafeden ayrılıp Jogiwara Road üzerindeki Gaden Choeling rahibe manastırına gittik.

Benim için bir ilk tabii ki, daha önce bırakın Budist manastırı gezmeyi, açıkçası herhangi bir manastıra dahi gitmişliğim yoktu. Odalardan, sınıflardan ve tabii ki dua bölümlerinden oluşan bir alandı burası.
Oldukça sade ama çok temiz bir yerdi. Adının manastır olması ürkünçlük katıyor mu, asla. Hatta şöyle demem lazım Tibetli rahibeler kazınmış saçları, bordo kostümleri ve sürekli gülen yüzleriyle öyle sevimli ki, o sırada duada olan Chokyi'yi beklerken bu şirin ve utangaç rahibelerin tatlılıklarına ben de devamlı gülümsemekten kendimi alamadım, hayatımda anne evinden sonra hissedebileceğim en sıcak hisleri veren bir duygu geldi içime, sanki ortam beni kucakladı, aniden içine aldı ve kabul etti.
Chokyi'nin komşusuyla biraz sohbet ettik beklerken. O da pek sevimli pek tatlıydı.

Sonra Chokyi geldi. Ayy nasıl utangaç nasıl heyecanlı bir de telaş yapmış, biz aramıştık önceden. Duaya girince beklettiği için huzursuz olmuş. Heyecandan zaten birşey diyemiyor, nitekim İngilizce de vahim durumda ama kocaman kalbini anlamak için söze gerek yok, gözleri gülüşü yeter arkadaşımın. İşte bizim dinler ve diller ötesi dostluğumuz Chokyi'nin manastırdaki küçücük odasında el ele dizdize gülüşerek başladı. Ve buradaki son güne kadar onun yoğun dua temposu benim yoga eğitmenliği kursu arasında haftada bir de olsa birbirimize zaman ayırabildik. Gözlerimizle anlaştık çoğu zaman, çoğu zaman da karşılıklı nedensiz kıkırdaştık. Ama bazen de..O hikayen, geçmişin işte Chokyi bana hayatınıı paylaştığın zamanlar yok mu..Bir tokat gibi kalbime çarptığın hayatın gerçekleri yok mu.. Ben hala kendime gelemedim biliyor musun?
Chokyi ile ilgili yazımı 1 aydır geciktiriyorum. Beni öğrendiklerim ve konuştuklarımız her seferinde o kadar sarstı ki bir türlü elim bu konuya gitmedi. Sanırım duygusal olarak şu an yaşadıklarımı yoga temposu içinde yaşama lüksüm olamayacağından beklettim ve ertelemek istedim. Bundan sonra Chokyi ile ilgili anlatacaklarım var. Son günümü sana adamak istedim Chokyi...Saf sevgine ve kocaman kalbine ve insanlığına....Hikayeni paylaşmamı istedin... Ben de yazacağım dostum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder