29.09.2013

Himalayan Iyengar Yoga Center - Iyengar Yoga ve Merkez ile ilgili görüşlerim

Merhaba herkese keyifli Pazar akşamları,
Ama burada gece yarısını geçti çoktan ..2,5 saatlik bir farkımız var, şu buçuk olayını da pek çözemedim henüz ya neyse..
Yazılarım seyrekleşmeye başladı, malum çok sıkı bir eğitime girdik ve hafta arası pek zihnim müsaade etmiyor. Bu hafta özellikle bir adanmışlığa girmek istediğimden bu akşamı yoga ile ilgili bir yazıyla geçirmek istedim. Ve eksik bıraktığım HIYC kursumun devam ve son yazısını hazırladım.


Daha önce temel seviye Iyengar eğitimim hakkında yazı yazmıştım. Sonra ileri seviye eğitimi de tamamladım. Hatta neredeyse 1 hafta oldu ve ben artık Trimurti Yoga'nın düzenlediği Yoga Alliance tarafından akredite olan 1 aylık toplam 200 saat (200 RYS) adı verilen multi-sytle yoga eğitmenliği kursuma başladım. Özellikle Iyengar ve eğitim merkezi ile ilgili görüşlerimi sonraya bıraktım istedim ki üzerinden biraz süre geçsin ve değerlendirmelerimi böylece iki kursla karşılaştırmalı olarak yapayım.

Bu resimdeki güzel Biata, temel seviye kursumuzun eğitmeniydi. Ayrıca Himalayan Iyengar'ın da Sharat'tan sonraki esas demirbaşlarından. Kızın nereli olduğunu öğrenene kadar uzaylı olduğunu düşünmeye başlamıştım, İspanyolca, Rusça ve tabii ki çok iyi İngilizce ve hatta çok akıcı bir şekilde Hintçe  konuştuğunu duydum o yüzden iyice kafam karışmıştı. Polonya'dan geldiğini sonradan öğrendim. Kız resmen uçuyor, yüksek karizması ve yaydığı enerji ile meditasyon esnasında uçuruyor da. Ve sanki 100 yaşında öyle bir bilge tavırlar edinmiş ki karşısındakine çok güven veriyor, ve çok zor hareketlerde dahi kendinizi rahatlıkla teslim ediyorsunuz. Bu nedenle başlangıç seviye kursum oldukça iyi geçti. Tavsiyeleri üzerine her gün 15 dak-yarım saat arası asılarak sallandım baş aşağı ve inanılmaz faydasını gördüm.
Temel seviyenin hevesiyle ertesi hafta önceden de planladığım gibi ileri seviye kursa katıldım. Ama beni kötü bir süpriz bekliyordu.
Süprizin adı Ramona, temel seviyenin asistanı. Meğer o haftaya mahsus esas gelecek eğitmen olan ve merkezin kurucusu Sharat ile Biata Vipassana meditasyonuna girmişler.Ve şansıma kurs müstakbel eğitmenimize kalmıştı. Onun da heyecanından olsa gerek diye başta düşündüğüm stres-sinir harbi bir ileri seviye yoga eğitimi geçirdik. Hareketler konusunda daha sonra yorum yapayım, önce eğitmen modellerinden başladım. Ramona ve 4 kişilik çıtır asistan ekibinin devamlı herkesle dalga geçmesi ve dedikodu yapmaları beni çok rahatsız etti. Zaten Ramona'nın tarzı yoga eğitmeninden ziyade İngilizce öğretmeni gibiydi, kendisi Kanadalı ve aşırı batılı stilde eğitim veriyor. Her türlü ritüel, müzik, tütsü veya mum gibi aksesuardan mahrum olan Iyengar stili ile eğitmenin tarzı da birleşince yaptığınız şeyin yogayla pek alakası olmadığını düşünmeye başlıyorsunuz.
Biraz yazımı sevimli kılmak namına Iyengar merkezinin bu şirin sosini ekledim, çok tatlıydı hakikayen.

Neyse, işin aslı sonradan öğrendim. Gıcıklık Ramona'da değilmiş. Bu bir öğrenciye yaklaşım tarzıymış hem de en baştan başlayan. Iyengar yoganın kurucusu ve şu an dünyadaki en önemli yoga üstadı olan B.K.S. Iyengar mesela sertliğiyle ve askeri disiplin tarzıyla meşhurmuş. Bu Himalayan Iyengar Yoga Center merkezini kuran Sharat da öğrencinin yapamadığı hareketlerle dalga geçme konusunda ünlüymüş. Olay tamamen bir kurumsal alışkanlık halini almış anlayacağınız.

Ayrıca Iyengar stilinin,  alışkın olduğumuz bizi büyülü bir spiritüel dünyanın içine sokarak, rahatlatan, huzur veren, zihnnimizi kalbimizi eklemlerimizi yumuşatan ve en önemlisi kendimizi ve çevremizi kabul etmemizi ve kabul ettiğimiz şekliyle sevmemizi sağlayan ve benim tüm bu nedenlerle aşık ve tutkunu olduğum Yoga ile pek bir alakası yokmuş. Iyengar'ın tek derdi sizi pozisyonlarında istediği düzgün duruşa sokmak. Limitli sayıda pozisyon çalışması yapıyor ve o her pozisyonu ellerindeki yardımcı aletler kullanılıyor. Faydalı mı? Olabilir, İlham verici mi? Sanmıyorum,  Sevdim mi? Maalesef pek değil.. 

Ama bir şeyi itiraf etmeliyim ki özellikle asılmalar ve baş aşağı pozisyonlar bana çok yaradı. Ancak hiçbir rahatlama pozisyonunda rahatlayamadım, zorla verilen yastıklar, battaniyeler, minderler daha da rahatsız etti beni, asla meditasyon yapamadım. Tabii bir çoğumuz gibi ben de böyle sıkıntılı durumlarda önce kendimi suçlama eğiliminde olduğumdan ilk etapta yaklaşan menstruasyonuma yordum bu rahatsızlığımı. O yüzden bu kursla ilgili fikirlerimi bekletmek ve diğer kursu gördükten sonra yazımı yazmak istedim.

Iyengar ileri eğitimde belki içeride 4 ayrı asistan vardı. Devamlı başınızdalar, sizi istedikleri pozisyona sokmak için sürekli yardımcı alet kullanılıyor. Ama hepimizin beden yapısı farklı. Mesela ben skolyoz hastasıyım. Bir başkasının kifozu veya lordozu olabilir. Bu nedenle tekleştirilmiş mükemmel pozisyona inanmıyorum. Pozisyonlar kişiye adapte olabilmeli, kişinin rahatlığı ön plana alınmalı. Tabii ki restoratif olmalı ancak size de nefes aldırmalı. Yine de iyengarın kişinin yogadaki düzgün duruşu konusunda mutlaka disipline sokacağına inanıyorum. Ama yoganın vereceği ahengi ve yumuşaklığı iyengarda kazanmazsınız çünkü hareketler arasında akış zaten hiç yok. Iyengarın en büyük artısı disiplin ve düzgün duruşsa bence en büyük eksiği de ruh ve ahenk. Ruhumuz ancak ahenk ile dans edebiliyor elbette.

Yukarıdaki şirin köpek yetmedi, yazımı biraz daha sevimli hale getirmem gerekmeye başladı sanki yoga sistematiği hakkında bilimsel bir makale yazıyorum prof  mu oldun Sinem hayırdır? ne bu ciddiyet dedim kendime. Hazır burada gece yarısını geçti, ruh-ahenk derken ruhunu bilmesem de ahengini çok beğendiğim yukarıdaki fotoğrafın yakışıklısı Konstantin'den bahsedeyim. Konstantin Tayland'ın Samui adasında yaşıyor, kendi icadı vikasa yogayı öğretiyor burada. Ayrıntılı bilgi ve fotoğraf için lütfen google.dan search ediniz efendim... Benden söylemesi bu kadar..


Samui'den geri gelelim ruhen... Ruhumuzu henüz keşfettiğimiz Himalaya'lara.. HIYC ileri seviyemdeki hayal kırıklığımdan sonra şu anki TTC kursum başlayınca, kocaman bir ohhh dedim.. . İşte benim yogam işte benim eğitmen modelim. Okulumuzun kurucusu ve baş eğitmeni dünyalar tatlısı Karo eşliğinde harika dersler birbirinden uzman harika eğitmenler. Ve hepsinde yoga ruhu, yoga sevgisi, her şeyden önce insan sevgisi. İşte bu sevgi olmadan kendini adamak imkansız. Kendini adamak olmadan yoga yapmak ve yoga yapmaktan mutlu olmak imkansız. Bir de sürekli aman tanrım nasıl yani diyorum ve dejavu yaşıyorum. Hem bedenimi hem ruhumu tedavi ediyorum. Filozofi, anatomi, beslenme, eğitmenlik bir çok yeni güzel şey öğreniyorum. Multi-style olduğundan yoganın en yaygın ve geleneksel türleri eğitim programında. Bazen günde 6 saat kendimi minderde buluyorum, bazen çok yoruluyorum, bedenimi çok zorluyorum zaman zaman. Sonra çakra terapileri masajlar yaptırıyorum. Adanmışlığımı ödüllendiriyorum. Kendimi ödüllendirmeyi çok seviyorum. İyi ki buradayım ve iyi ki bu deneyimleri yaşıyorum. Beni buraya yönlendiren çok sevdiğim bir arkadaşım oldu, ben de diyorum ki yolunuz yogadan geçecekse eğer başlangıç noktanız mutlaka Hindistan, hatta burası olsun...


26.09.2013

Mcleod Ganj özel: Dalai Lama Tapınak Kompleksi ve Tibet Müzesi

Bu hafta yoga eğitmenliği kursumun başlamasıyla  önceden de tahmin ettiğim gibi zamansızlıktan ve akşamları bir pestile dönüşmüş olarak odama döndüğümden  yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Halbuki gezip gördüklerimden ve burada yaşadıklarımdan anlatacağım o kadar çok şey var ki daha... Ben de artık bir zaman bulup bugün vereceğim güzel haberle başlamak ve sonrasında yarım kalan ve benim içim burada şimdiye kadar ki en güzel ve özel yolculuğum olduğunu düşündüğüm en önemli Mcleod Ganj gezimi anlatmaya devam etmek istedim.


Yukarıda gördüğünüz sürgündeki Tibet hükümetinin benim için düzenlediği Dalai Lama tapınağı giriş kimliği. Halbuki ben tapınağa daha önce girdim, hatta bu yazımda uzun uzun anlatacağım. Peki neden bu kimliği mi düzenlediler? Nedeni pek güzel : Dalai Lama burada, ve Pazartesi gününden itibaren öğretileri başlıyor.Ben bu kimlikle öğretilerini izleme ve kendisini görme şansına sahip olacağım, bağlı olduğum eğitmenlik okulu daz da bu özel durum için izin verdi. Çok mutlu ve heyecanlıyım, buraya gelip kendisini görmeden gitmek asla istemezdim.

Dharamsala'daki Mcleod Ganj gezimi anlatmaya devam ediyorum. Buraya aynı zamanda "Little Lhasa" deniyor. Sürgündeki Tibet halkının esas başkenti olan Lhasa'ya ithafen. Bir de Dhasa da diyen var, Lhasa ve Dharamsala karışımı olarak türetilmiş..

Mcleod Ganj gezimin en heyecanlı yeri ve asıl adı Tsuglagkhang Temple olan Dalai Lama tapınağının girişine gelmiştim sonunda.  Büyük bir heyecanla kapıdan geçerek, bir çok binadan oluşan kompleks alanına girdim.  Hemen ilk girişte bir manastır vardı, burası rahiplerin kaldığı yer. Duyduğuma göre 1000'den fazla rahip burada ikame ediyormuş.


Sonrasında müzeyi gördüm ve sonrasında öbür tarafta ne var diye bakarken, amanın o da ne? Şok şok şok.... Müzenin karşısında bir ofis, kapısında kocaman bir uyarı, tapınağa giren kişiler her türlü kayıt cihazlarını oraya teslim etmek zorundalarmış. Acaip bozuldum. Yolculuğumun en önemli durağı ve ben görüntü alamayacağım. Yanımda hem kameram hem de telefonum olduğundan sadece telefonumu verdim ve sandım ki kurtardım, en azından kamera çekimi yapabilirim. Nerdee, tapınak girişinde 2. güvenlik çantamın her tarafını ve üstümü didik didik aradılar, sadece kamera değil minik bir deodorant vardı yanımda onu da aldılar. Meğer tamamen benim şansıma Haziran 2013'te bağlı başka tapınaklarda meydana gelen seri bombalama olaylarından sonra her türlü kamera, telefon, radyo ve patlayıcı madde girişi yasaklanmış.

Ne yapalım maksat önce içeri girmekti, en azından girebildim. Burada size neler olduğunu göstermek için üzülerek kendi çekimlerimi değil yasaktan önce yapılabilen çekimlere ait resimleri koymak zorunda kaldım. İlk olarak Tibetli Budist Rahiplerin bahçedeki filozofi derslerine tanık oldum. Burada sonradan iyi bir şekilde öğrendiğim kadarıyla öğrenci öğretmene bir soru soruyor ve sorunun ardından ellerini birbirine vuruyor, arada tespihi kollarına geçirerek sallıyor.

İzlemesi oldukça keyifli bir görüntüydü ve izlendiklerini bildikleri halde asla tapınak ziyaretçilerine bakmadan tamamen bu ders rituellerine konsantre olmaları da oldukça doğal bir görüntü yaratıyordu.

Yukarı çıkınca mumlarla dolu 4 yanı cam ile kaplanmış çok güzel bir oda gördüm, herkesin dilek mumları yanıyordu.Bu odanın bulunduğu avlunun hemen ilerisinde çarklar vardı, ancak tapınağı saat yönünde dolaşmanız gerekiyormuş, her yerde görevliler var uyarıyorlar. Bu dolaşma sırasında da aynı şekilde saat yönünde üzerinde mantralar bulunan çarkları çeviriyorsunuz.


Avlunun ön tarafı bahçeyi gören bir teras gibi ve aynı zamanda ibadet yeri. Tibetli budist inancına sahip kişilerin ibadet şekli namaza çok benziyor ama burada beden tamamen yere uzanarak secde ediyor. Tabii uzanmak ve tekrar kalkmak biraz zor olduğu için özel bir ahşap üzerinde kayarak yapılıyor.


Avluyu saat yönünde dönerken içerideki iki duasını görüyorsunuz, girerken ayakkabılar çıkartılıyor. Buda'nın heykelinin önü paketlenmiş bisküviler, nutellalar ve çikolatalarla dolu. Tayland'da gördüğüm ve ciddi koku bırakan Buda'ya  açık gıda sunumu yerine paketli gıda oldukça mantıklı geldi. Tapınak kapanınca rahipler toplayarak afiyetle yiyorlardır mutlaka diye düşündüm, hepsi de en kaliteli güzel markalardı.



Avluya geri çıkıp huzur dolu bu ortamın keyfini çıkarmak istedim ve çevreyi gözlemledim. İbadet edenlerin yanında minik bir dua kitabından dua edenler, tesbih çekenler vardı. Dinlerin ibadet şekilleri ne kadar çok benziyor, tapınağın girişinde musluk vardı, ellerin sabunlandığı. Benzerini Japonya Kyoto'da zen tapınağında görmüştüm, hatta orada yıkama usülü resmedilerek gösterilmişti. Bizdeki abdest ile benzerliğine şok olmuştum.


Sonra tapınaktan çıktım ve kompleks içinde dolaşmaya başladım. Yine aynı güvenlik nedenleriyle Dalai Lama'nın ikamet ettiği evi de görme imkanım ortadan kalkmıştı.İçeride gidecek bir tek müze kalmıştı, neyse ki çekim yapmak serbestti orada. Ben de önce kameramı ve telefonumu geri aldım ve müzeye girerek Tibet halkının hüzünlü hikayesinin ayrıntılarını öğrenmeye başladım.
 Burası müzenin karşısında görülen anıt..

Müzede aynı dönemde sürgündeki Tibet halkının lideri Dalai Lama'nın yıllara yayılan barışçıl özgürlük mücadelesine ait bir fotoğraf sergisi vardı. 
Girişte Tibet halkı tarihi ile ilgili bilgi veriliyor, aşağıda Tibet halkının yaşadığı platoya ait bir minyatür var, bu plato dünyanın en yüksek platosu. Tibetliler Lhasa şehri olan bu bölge ve çevresinde bin yıldan fazla süre kimseyle savaşmadan yaşamışlar. Tamamen kendi gelenekleri ve Tibet budizmi öğretileri ile varlıklarını şiddetsizlik mantalitesi üzeinre inşa ederek sürdürmüşler. Mücadeleleri halen aynı çerçevede devam etmekte, en fazla özgürlük isteklerini dünyaya duyurmak için kendilerine zarar veriyorlar ki birazdan anlatacağım, beni bu müzede en çok etkileyen olaylardan biri oldu.

Müze gerçeken çok iyi bilgiler veriyordu, ilk girdiğinizde ücretsiz olarak alabileceğiniz bir sürü kitap bulunuyor, kitaplar tamamen Tibet özgürlük mücadelesini anlatıyor.
Ayrıca müzede sürekli olarak video ve film gösterimi yapılmakta. 
Tibet tarihinin anlatıldığı fotoğraf sergisi var,bilinen tarihinden günümüze kadar olan süreyi anlatıyor. Çin işgali sonrası Tibetlilerin yurtlarından kaçış hikayeleri de oldukça hüzünlü bir şekilde fotoğraf belge ve video kayıtlarıyla veriliyor.

Öğrendiğim her şey çok sarsıcıydı hakikaten.. Çinli askerlerin Tibet halkına yaptığı eziyeti gösteren görüntüler çok kötüydü... Ancak en etkileyen şey ise şimdiye kadar dünya medyasının da sıklıkla gözardı ettiği ama halen devam eden  "self-immolation" adını verdikleri kendini yakarak öldüren Tibetliler..
Özgür Tibet için  kendilerini yakarak sokaklarda can veren Tibetliler bu intiharları beni çok derinden üzdü, böyle bir şeyi insan nasıl göze alır anlamakta zorluk çektim. Özgürlüğüne sahip olamamanın verdiği acı bu kadar büyük müdür ki bir insan kendini yakarak öldürmeyi göze alır? 
İşte kendini yakarak intihar eden Tibetlilerin fotoğrafları....

Bunların ardından üst katta Dalai Lama'nın verdiği siyasi mücadelenin fotoğraf sergisi ile çok ilgilenemedim açıkçası.. Ama yine de açıklayıcı bilgiler yer alıyordu, ve yıllara göre atılan tüm adımlar ve tüm barışçıl çözüm arayışları veriliyordu...Dalai Lama ilerlemiş yaşına rağmen halen dünyanın her yerinde özgür Tibet isteklerini anlatmaya çalışıyor ama maalesef şu anda Mcleod Ganj'da bulunan sürgündeki hükümetlerini tanıyan hiç bir ülke yok, tamamen kendi imkanları ile buradaki insanları kalkındırmaya ve eğitmeye çalışıyorlar.
Bu tur bana yine bir sürü sorular sordurdu. Daha önce de yazmıştım, bir toplumun barışçıl tutumda ısrarı neticesinde acımasız bir başka ülke tarafından işgal edilerek özgürlüğünün elinden alınması ne yaman bir çelişkidir... Ertesi gün yaptığım manastır ziyaretinde gördüm ki özgürlüğün olmaması insanın hayatını öyle bir etkiliyor ki... Aileler paramparça olmuş, her bireyi ayrı ülkede, kendi vatanları olan Lhasa'ya dönemeyenler.. Onlarca yıl insanların en yakınlarından uzakta yaşayışları...Tamamen parçalanmış ve dağılmış bir halk.. Bir yanda da dünyaya sevgiyi, merhameti, şiddetsizliği aşılayan büyük bir ruhani lider..Dünya tatlısı, halkı da kendisi gibi, hep güler yüzlü, hep sevgi dolu... İşte hepsi ayrı bir çelişki, açıkçası sorular bitmiyor, inançlarını bile sorgulamaya başlıyorum bir anda... Benim sorularım bitmez ama bu yazı şimdilik bitmeli çünkü yarın sabah yine erkenden eğitimim var..

Özellikle müze içeriğini merak edenler https://www.facebook.com/sineminyogayolculugu sayfasında
 Mcleod Ganj albümünden resimlere bakabilirler.

Bu yazıdan sonra biraz yogaya dönmek istiyorum. Iyengar eğitimimi Pazartesi tamamladım ve genel olarak orada neler yaşadığımı, bana ne gibi şeyler öğrettiğini ve kişisel olarak bu yöntem ile ilgili bir değerlendirme yapmak istiyorum. Şimdilik herkese iyi akşamlar ve buradan sevgiler. Havalar yine bozdu, biraz güneş gönderseniz çok güzel olur :)

21.09.2013

Ortaya karışık bir cumartesi günü -21.09.2013

Bugün günlerden Cumartesi. Buraya geleli 10 günü geçmiş. Pazartesi günü eğitmenlik kursum başlıyor, 1 aya yakın bir süre haftada 6 gün, sabah 06:00-akşam 06:00 yemekler hariç günde yaklaşık 10 saatten ciddi ciddi yoga kampına giriyorum. Bir yandan da Pazartesi dahil sabahları 07:00-10:00 arası iyengar ileri eğitime gidiyorum. Önümdeki program fiziken oldukça zorlayıcı olacak ben de bugünlerde mümkün olduğu kadar dinlenmeye ve bedenen enerji toplamaya çalışıyorum.

Şu an saat 15:00 burada, odaya gireli 1-2 saat oldu.Hava resimden de anladığınız üzere kapalı, günlerdir ilk defa yağmur yağıyor ama muson gibi değil. Ara ara hafifçe. Sabah kendimi yorgun hissettiğimden derse katılamadım 9:00 gibi uyandım, odamdan balkona çıkıp her sabah yaptığım gibi yastıklarımı, yorganımı ve battaniyemi havalandırdım. Aşağıya bahçeye baktığımda meyve satan bir dede ve meyve alan bir adam gördüm. Balkondan dedenin sepeti muhteşem görünüyordu. Günlerdir meyve yememenin verdiği açlıkla cüzdanımı kaptığım gibi aşağıya indim. Amcada elma, armut, nar, sarı hurma ve adını bilmediğim 1-2  egzotik meyve vardı. Bu arada diğer adamla muhabbete başladık. Rusmuş, buraya kadınlı erkekli mini bir yoga grubu olarak gelmişler. Eğitim alacağım Trimurti Garden'da 5 gündür intensive yani yoğun çalışma yapıyorlarmış. Yarından itibaren dağa yukarı doğru 5 günlük bir trekkinge çıkacaklarmış, hedefleri 4000 metre.

Burada geçirdiğim hergün öyle tatlı insanlarla tanışıyorum ki. İnsanlar maddiyatlarını, egolarını, vahşiliklerini, katılıklarını tamamen bırakıp gelmişler sanki buraya. Dün de Dharamkot'da yemek yerken Efrat adında çok tatlı bir İsrailli kızla tanıştım. Sonra akşamüstü Bhagsu'dan eve dönerken başka bir kafede karşılaştık yanındaki erkek arkadaşı bana aynı kursa gittiğimizi söyledi. Ama saatlerimiz farklıymış, temel kursunu bu hafta alıyormuş. İsrailde akro-yoga yapıyormuş ve bir sirkte çalışıyormuş. Çocuk su gibi bir çocuktu, beyazlar için de. Kız deseniz ayrı tatlı, tesadüf o da benim gibi koala hastası ve telefonunda resimlerini taşıyor. 10 gündür Dharamkottaki Tushita Meditasyon Merkezinde kurstaymış. Yeni tamamlamış şimdi de akupresür masaj kursu alıyormuş.

Buranın doğası gibi faaliyetleri de ayrı güzel. Böyle güzel faaliyetlere de güzel insanlar katılıyor hakikaten. Dharamkot'ta çok meşhur bir meditasyon merkezi var, daha önce bahsetmiştim adı Vipassana. Şu anda bizim kursun sahibi Sharat ve geçen haftaki karizmatik hocam Biyata orada ashramdalar. Bu yazımda bahsettiğim İsrailli kız arkadaşımın gittiği kurs ise daha çok Tibet budizmi öğretiyor.

Bu gün kursu ektim ama asılmak için yine gittim. Asılmak omurgama öyle iyi geliyor ki. Bir de bilmeyen arkadaşlara gösterdim çok hoşlarına gitti. Tabii gösterdiğimi gören öğretmenler biraz sinirlendi, ne de olsa onlar öğretecekler zamanı gelince zaten.


Himalayan Yoga Centre kafesinden bahsetmiştim, ilk gün yemekleri pek hitap etmemişti hani.Orada geldiğimden beri dikkat ettiğim bir kız vardı, uzun boylu hoş bir kız. Hintlidir herhalde diyordum ama bakışı, duruşu da biraz farklı gelmişti. Bugün merkeze geldiğimde herkes derste olduğundan meydanı boş bulup kendisinden burada bir fotoğrafımı çekmesini rica ettim.


 Sonra da tanıştık, biraz sohbet ettik. Meğer İranlıymış, o da beni farklı bulmuş, merak etmiş nereli olduğumu. Komşu ülkelerden olunca kan mı çekiyor nedir, biz de uzaktan uzağa birbirimize bir sempati beslemişiz. Yoga öğrenmeye gelmiş buralara, geliş o geliş öyle sevmiş ki dönememiş. Burası Hindistan'ın diğer her yerinden farklıdır, doğası güzeldir, insanı ayrı güzeldir, yemekleri bambaşkadır dedi.

Bu düşüncelere katılmamak mümkün mü? 10 günde öyle bir sevgi başladı ki içimde kelimelerle anlatamam. Nereye baksanız yeşilin en güzel tonu, işçisinden köylüsüne çocuğundan yaşlısında sürekli gülen sempatik insanlar, tamamen hür hayvanlar, daha önce hiç görmediğim kuş çeşitleri, böcekler sürüngenler, her yerden çalan oynak Hint müzikleri. Hala inanamıyorum ilk gün o kadar hayal kırıklığı yaşadım, yol yok nasıl yürüyeceğim mutlaka düşerim, tuvalet pis nasıl gireceğim, yemekleri nasıl yiyeceğim, bu yağmurla nasıl başedeceğim, her yerde köpek var ya saldırırlarsa.... Ve ilk gecemde dedim ki kendime bir karar ver Sinem, ya alış ya dön. O gece alışmaya ve sevmeye karar verdim. Ve ertesi günden itibaren burada gözlerimi ve gönlümü açık tutmaya çalıştım ve buradaki güzellikleri kalbimle görmeye başladım.


Sanmayın ki sadece ben böyleyim. Mcleod Ganj'da kaldığım gece gittiğim restoranda bana bira ikram eden Milcha diye İsrailli bir kadınla tanışmıştım. Konuştuğumuzda ikimizin de burada geçirdiğimiz süre içinde aynı duygulardan geçtiğimizi anladık. Yukarıda bahsettiğim arkadaşım Efrat da farklı değil, benzer şekilde yaşadığı hayal kırıklığıyla ilk gün sınavından geçmiş. Geçen hafta samimi olduğumuz ve bu hafta çok bozuk bir halde ülkelerine dönen dost canlısı ikiz kardeşler de benzer şeyler anlatmışlardı.

İşte böyle, enteresan ve sonrasında bağımlılık yapan cennet gibi bir yerdeyim. Burası gerçekten alışkanlıklarınızdan, lüksünüzden veya korkularınızdan 1-2 fedakarlık yapmanız karşılığında onlarca güzellik vadediyor.


Benim son bir problemim kalmıştı burada, hani yazılarımda da bahsetmiştim. Trimurti Garden'ın azgın köpeği Coco. Perşembe'den beri sabah 06:30'da odamdan çıktığımdan büyük stres yaşıyorum, Coco ile karşılaşacağım diye. Çünkü Coco gece bir başlıyor havlamaya sabaha kadar susmuyor. Asabiyet sınırı yok hayvanın acaba sinir hastası mı diye çok düşündüm. Bir de burada köpekler bağlanmıyor, sokakta belki 10 tane köpek varsa hepsi melek gibi hiç sıkıntı yok, bir tek bu Coco ile yıldızım barışmadı. Trimurti Garden benim misafirhanenin hemen aşağısında yer alıyor, komşu yani. Himalayan Iyengar Centre'a gitmek için ya içinden dolaşmam lazım, ya da çevresinden. Korkudan çevresinden dolaşıyorum 2 haftadır. Neyse, ben bu gün kursa gitmeden bir adım atmak istedim ve korkuyu da artık aşmak. Trimurti Garden bahçesinde 2 kadın çalışıyordu, yağmurlar bittiğinden bahçelerin temizlenme zamanı da burada. Kadınlarla konuştum, içeri gel dediler. İçeride mekanın sahibi Hintli müzisyen ve çalışanları, kafesinde de 1-2 öğrenci ile Coco ve adını bilmediğim sarışın kankası vardı. Mekan sahibine "Siz Coco'nun babasısınız nolur bana yardım edin diye başladım ve derdimi anlattım. Dedim ki sen şimdi ona benim artık yabancı olmadığımı ve arkadaş olduğumu söyle biraz da beni koklasın artık alışalım birbirimize." O da dedi ki o iş kolay, sabah giderken eline bir kaç bisküvi al Coco'nun gönlünü çal. Eyvalllah tabii bu kadar kolaysa. Neyse bu muhabbete çalışanlardan sevimli Roi ve diğer kadınlar falan katılınca ortam Bollywood setini aratmadı. Herkesden espriler kopuyor. Kahkalarla Trimurti Garden'dan çıktım ve Coco'ya namaste diyerek kursa gittim.

Kurs çıkışı Dharamkot'da Trek&Dine'da yemek yedim.Buraya 3'tür geliyorum, hele dün İspanyol kahvaltısı muhteşemdi. Garsonlarla da hafiften senli benli olmaya başladık, her gittiğimde birileriyle tanışıyorum, haftaya artık kurstan burnumu çıkaramayacağım için bu hafta çok takıldım buraya. Sonra dönüşte hiç denemediğim yoldan kestirme yaparak geleyim dedim. Yağmur başladı, doğa muhteşemdi, arkamdan gelen çocuktan bu keyifli yürüyüşümün resmini çekmesini rica ettim.


 Yolum buradaki Sinagog'dan geçti, çok güzel bir bina, buraya gelen İsrailli genç o kadar çok ki kendi ibadethaneleri ve din adamları bile var.

Sonra küçük bir Hindu tapınağından inip kıra çıktım. Oradan geçen ve sık sık kırlarda denk geldiğimiz bir kadın da çok tatlı bir poz verdi bana.

Ama yağmurdan kır çamur içindeydi ve yürüyecek taş yol çok dardı, bir ara kayıp düştüm. Kırda iş yapan Hintli bir teyze düştüğümü görünce bastı kahkahayı. Ben de gülmeye başladım. Buradaki Hintliler böyle işte, herşeye gülüyorlar sizi de güldürüyorlar. Hayat enerjileri muhteşem gerçekten hem çok güzel gülüşleri hem de çok candan bakan bakışları var. Teyze o kadar süslüydü ki alt tarafı kırda otları temizliyordu, bana da ilginç geldi bir resmini çeksem dedim, istemedi. Yaşlı teyzeler biraz çekiniyor bu konuda, özellikle evlilerse. Evli ve yaşlı olduklarını iki kaşların arasındaki kınanın büyüklüğünden de anlayabiliyorsunuz.

Odama geldim, ara ara yağmur devam etti. Hava kapalıyken bile öyle güzel ki etraf, dağlara ve ormanlara baktıkça içimde resmen bir ferahlama oluyor, sanki o doğanın içinde eriyorum ben de ve uzun süre gözlerimi ayıramıyorum. Sonrasında birden bire ya Fini'nin küçük oğlu Roni'den gelen bir çığlık ve beraberindeki ağlama faslı, ya bahçe işleriyle uğraşan Hintli işçilerin söyledikleri güzel şarkılar ya da sıklıkla Coco'nun havlama krizi ile  uyanıveriyorum.

Bugün her telden çaldım, mazur görün. Öyle güzel bir deneyim ki burası böyle birden hisler düşünceler tavan yaptı, malum çok fotoğraflı blog yazıları hazırlıyordum günlerdir, bir yerden birikim yaptı, haliyle benim de bugün ortaya karışık paylaşasım geldi. Mcleod Ganj serimi bitirmedim tabii ki en güzel bölümleri yeni başlıyor, yarından itibaren devam edeceğim.

Herkese güzel bir cumartesi diliyorum, bugünlük benimki işte böyle anlattığım gibiydi.

20.09.2013

Mcleod Ganj: 1.gün-Tapınak yolu (Temple Road)

Mcleod Ganj sıra sıra dizilmiş dükkanlar ve sokak satıcılarıyla beni karşıladı. Aklımda hemen Dalai Lama tapınağına gitmek olduğundan hiçbirinde zaman geçirmedim, ne de olsa 1,5 aydan fazla süre buradayım ve tabii ki alışveriş yapmak için de çok zamanım olacak. Ama şimdi gezmek ve görmek vakti, ne zaman ilk defa bir yere gitsem enerjim tazeyken önce beni en çok etkileyecek yerlerden başlamak isterim.
Böylece Temple Road yani tapınak yoluna çıkan sokağa gitmek için hızlı hızlı yürümeye başladım.Burada özel bir kaldırım yok, insanlar, hayvanlar ve arabalar aynı yoldan gidiyor.Bazen kendimi böyle 3'ü bir arada durumlarda salak gibi hissediyorum, hayvanlarla aynı yolda yürümek beni biraz heyecanlandırıyor ve geriyor. Herhalde yıllarca köy hayatından uzak olmanın verdiği bir yabanilik olsa gerek, itiraf etmek gerekirse resmen utanıyorum.
İşte böyle cahil ben karşıma çıkan boğayı görünce korktum çünkü üzerimde kırmızı şal vardı. Tabii boğaların diğer hayvanlar gibi renk körü olduğunu unuttum, ayrıca durduk yere hayvan niye sinirlensin? Neyse tam onu geçtim bu seferde büyük bir keçi sürüsü ile karşılaştım. İki tane keçinin gözümün önünde inatlaşması da çok komikti doğrusu. Buranın hayvanları o kadar iri ve güzel ki, çok iyi bakılıyor olmalılar.
Boğanın ve keçilerin arasından geçerken yaşadığım stresi, tıpkı Şiva, Buda veya Ganesh gibi buranın bir tanrısı olduğunu artık ciddi ciddi düşünmeye başladığım tanıdık sima Bob Marley'i görünce içime ansızın doğan aydınlanma ile atabildim.
Ve tabii artık her yerde karizmatik duruşlarıyla Tibetli Budist rahip ve rahibeleri de daha çok görmeye başladım. Bordo-sarı kıyafetleri, yüz ifadeleri, kazıtılmış saçları ve gizemli bakışları ile hepsi çok etkileyici insanlar. Her yaştan rahip ve rahibe var burada, sadece Dalai Lama tapınağının bulunduğu "Tsuglagkhang" kompleksi içinde bulunan manastırda 1000 rahip kalıyormuş. Çevrede de bağımsız bir çok manastır var bunun dışında, rahibelerin de toplu kaldığı bir manastır var. Bir de bana ilginç gelen Avrupalı rahip ve rahibeler oldu, buraya gelip Budist manastıra kapanarak bambaşka bir hayata başlıyorlar.
Bu minik öğrenci rahip de rehberi ile yürüyordu. Burada konuştuğum Tibetli bir kitapçı eskiden ailede 1'den fazla erkek çocuk varsa, mutlaka birinin manastıra gönderildiğinden bahsetti. Budist bir rahip olmak hiç de kolay değil, hayata dair temel bir çok şeyden feragat etmek gerekiyor, ama eskiye göre kurallar oldukça hafiflemiş. Şimdilerde birçok katı kural ortadan kalkmış, kimse zorla manastıra gönderilmiyor ve belli yaştan sonra istendiği takdirde manastır hayatı sonlandırılıp normal hayata dönülebiliyor. Eskiden dönenler toplumdan dışlanırken artık böyle bir sıkıntı kalmamış, özellikle manastır eğitimini yeterli bulmayan ve başka işler yapmak isteyenler için, çünkü sadece din, tarih ve felsefe eğitimi veriliyor manastırda.
Rahipler kesinlikle günlük hayatın bir parçası, tüm gün manastırda kalıp insanlardan kopup yaşamıyorlar tabii ki :) Mesela yolum üzerindeki bir kuru temizleme dükkanında yakaladım. İlk zamanlar ilginç geldiğinden çok fotoğraflarını çekiyordum ama sonra anladım ki her yerdeler. Kafelerde turistlerle İngilizcelerini geliştiriyorlar, çarşıda esnafla muhabbette görebilirsiniz, ya da güzel bir restoranda afiyetle yemeklerini yerden. Tabii içki, sigara veya flört gibi alışkanlıklar yasak, yapan var mıymış? Evet ama yakalanınca hiç şansı yok, aynen manastırdan atılıyormuş.
Her yerde tapınak yönünü gösteren tabelalar olduğundan işim çok kolaylaştı. Meydana çıktım ve adı üzerinde Temple Road'dan devam ettim.
Böyle daracık bir çarşı yoluna çıktım, daracık olmasına bakmayın arabalar geçiyor tabii ki vız vız :)
Bu çarşı yolu, barlar,  kafeler, dükkanlar, turizm büroları, hint-çin-tibet restoranları ile dolu. Sıkışıklık herşeyin biraz üstünüze geldiği hissini veriyor, ilk yürüyüşte. Sonra dolaştıkça buradaki kaosa alıştım :)
Bu yolda güzel bir Budist tapınağı var, oldukça süslü ve çarşı yoluna renk katan bir tapınak. Aklımda biran evvel Dalai Lama tapınağına varmak olduğundan girmedim ama dışından güzel görüntüler aldım.

Tapınağın dış duvarında Dalai Lama resmi yanında üzerinde mantra yazan çarklar var. Bunlara dua çarkları deniyor, onları çevirdiğinizde Tibet budizminin mantrası olan " Om Mani Peme Hum" duasını okumuş kadar oluyorsunuz. Aynı şekilde hemen içerde de kocaman bir çark var.

Bu cümleyi ve aşağıdaki paragrafı atlayabilirsiniz, sadece kız arkadaşlarıma yönelik bir süpriz olarak koymak istedim.
"Evet kızlar, teyzeler, anneler. Burası da bizim tapınağımız. Yürürken çarşı içinde rastladım, kardeşim vasıtasıyla biliyorum. 3 yıldır sürmesini kullanıyorum heralde bir ömür gider öyle birşey. Tahmin edeceğiniz üzere Hindistan'daki 1 numaralı sağlık ve güzellik markası ve yine tahmin edeceğiniz üzere fiyatlar inanılmaz uygun. Özellikle saç bakım ürünleri, cilt kremleri, kajal adlı sürmesi pek meşhur, bitkisel hapları da var, bu anlamda da Hindistan'ın GNC'si diyelim. Bilgisini vermesi benden olsun, ilgisini göstermesi sizden. Faceden mesajlarız, siz anladınız ne demek istediğimi :)"

Bu tapınağı da geçip doluma devam ettim, bir anda dağ yolu gibi bir yanı yamaç olan ve üzerinde bir sürü sokak satıcısının bulunduğu yola çıktım. Raflarda hediyelik eşyalar, Tibet el sanatları, buda heykelleri, aksesuarlar ve cdler vardı. Bhagsu'da dinlediğim müzik hala aklımda olduğundan cd satan satıcıdan Shiva ve Tibet müziği cdleri aldım, bir de Dalai Lama'nın hayatını anlatan Martin Scorsese'nin yönettiği meşhur "Kundun" filmini izlememiştim, raflarda görür görmez aldım. Burada cdler ve dvd.ler 3-4 TL gibi bir fiyata geliyor.

Tezgahların arkası Kangra vadisine bakan bir yamaç, bu güzel yolunun öğleden önce sabah erken saatlerde henüz tezgahlar kurulurken yürünmesini tavsiye ederim. Tibetli satıcıların günlük dua rituellerine, birbirleriyle şakalaşmalarına, dünya tatlısı gülümsemelerine ortam sakinken şahit olun, zaten daha bu yola girerken içinizi inanılmaz bir huzur kaplamaya başlıyor. 5-10 dakikalık bir yürüyüş, yolun solunda da keyifli kafelerde oturup güneşin keyfini çıkaranlar var. Ben bu keyfi Tapınak ve Müze ziyaretimin çıkışına bırakmayı tercih ettim. Ve nihayetinde Dalai Lama'nın da ikame ettiği tapınak ve manastır kompleksi bulunan Tsuglagkhang'ın giriş kapısına ulaştım.
İçeride gördüklerim öğrendiklerim beni oldukça etkiledi. Dışarıya çıktıktan sonra uzun bir süre kendime gelemedim. Buraya gelip böyle onurlu ve barışçıl bir halkın kültürünü tanıdığım için kendimi çok şanslı hissederken bir yandan da bu özel halkın yaşadıklarını içime sindiremedim. Mecburi sürgün hayatı yaşayan Tibet halkı,  yaşam bölgeleri olan dünyanın en yüksek platosunda, kimseye zarar vermeden bin yılı aşkın süre şiddetten uzak durmuş ve lider olarak şefkatin Budasını seçmiş. Hala şiddetten uzak bir özgürlük mücadelesi sürdürmeye çalışıyorlar. Liderlerine olan sevgi ve bağlılıkları son derece yüksek, inançlarına saygı duymamak mümkün değil. Ama her zamanki gibi aklımdaki soruları durduramadım. Neden barışçıl bir mücadelede ısrarcı olmanın ve şiddetten uzak durmayı seçmenin bedeli olarak bir halk yerini yurdunu kaybetmeye mahkum kalır?  Özgürlük için savaş şart mıdır?  Peki ya bu halk binlerce yıl savaştan uzak kaldıysa, nasıl savaşabilir ki? Dalai Lama olduğunu çocuk yaşta gösterdiği mucizelerle türlü testlere tabi olarak kanıtlayan ve bu halkın lideri olan "Tenzin Gyatso" , aldığı şefkat ve sevgi tabanlı dini eğitim ve genç yaşında başına dert olan Çin sorunu karşısında,  halkını bu güvenli yere taşımaktan başka ne yapabilirdi ki? Sonra kendi halkımı ve Atatürk'ü düşündüm. Özgür olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu ve bize bu özgürlüğümüzü yaşatabilmek için kendilerini feda eden dedelerimizi atalarımızı. Çanakkale destanını düşündüm..Savaş ne kadar kötüyse bir o kadar gerçek bir şey. Dünya ne karmaşık ne çelişkili yer...

 Ben bu sorularla kafamı kurcalarken ve saat burada 23:30 iken bir de yarın sabah 05:30 da uyanmam şart iken içeride gördüklerimi ve sonrasını bir sonraki yazıma saklayayım. Dalai Lama'nın beğendiğim bir sözüyle yazımı bitiriyorum, herkese iyi geceler.